Kendime Ayıracak Zamanım Yok

Sürekli yoğun ve yorgun hissetmenin psikolojik, kültürel ve toplumsal nedenlerini keşfedin. Kendine zaman ayırmanın neden lüks değil ihtiyaç olduğunu öğrenin.
Kendime Ayıracak Zamanım Yok: Neden Hep Yoğun Hissediyoruz?
Son yıllarda Türkiye’de bir cümle hepimizin ağzında dönüp duruyor: “Hiç vaktim yok.”
Zaman sanki bir yerlerden eksildi; günler kısaldı, haftalar birbirine karıştı. Kimse tam olarak neye yetiştiğini bilmiyor ama herkes bir yerlere geç kalıyor.
Bir yandan geçim sıkıntısı, artan faturalar, sağlık endişesi; diğer yandan deprem, savaş, işsizlik, politik belirsizlik... Hepimizin içinden aynı sessiz cümle geçiyor: “Şimdi ne olacak?”
Türkiye gibi travmalarla, ekonomik dalgalanmalarla ve sürekli değişen gündemlerle örülü bir ülkede “yoğunluk” sadece iş yükü değil, varoluşsal bir gerilim biçimi haline geldi. Bizim yoğunluğumuzun içinde hem yaşam mücadelesi hem de geleceğin belirsizliği var.
Artık birçoğumuzun zihninde sürekli açık bir “acil durum modu” çalışıyor.
Sürekli Meşgul Hissetmenin Kökenleri
Psikodinamik açıdan bakıldığında “meşguliyet” bazen sadece dış dünyanın değil, iç dünyanın da savunma biçimidir.
Freud’un “kaçınma” kavramı burada hâlâ geçerlidir: kişi, içsel çatışmalarla yüzleşmemek için dış dünyada aşırı etkin olur.
Yani bazen “çok çalışıyorum” demek, aslında “durursam düşüneceğim, o yüzden duramam” anlamına gelir.
Türkiye’de bu durum kültürel olarak da beslenir. “Boş durma, tembellik etme” nasihatiyle büyürüz. Çalışkanlık bir erdemdir ama dinlenmek, kendine zaman ayırmak çoğu zaman suçlulukla eşdeğerdir.
Birçok danışanım “hiçbir şey yapmadığımda huzursuz oluyorum” der. Bu huzursuzluk bireysel değil, kolektif bir suçluluk duygusudur.
Bireysel hayatlarımız, sanki ülkenin nabzıyla senkronize olmuş gibidir: hep bir telaş, hep bir “bir şey olacak” duygusu.
Yoğunluk Algısının Zihinsel Etkileri
Beyin, sürekli alarm halindeyken “şimdi ve burada” kalma becerisini kaybeder.
Bu durumda ne geçmişle barışabiliriz ne de gelecek planı yapabiliriz.
Dopamin, kortizol ve adrenalin sürekli yüksek seyreder. Sonuç: tükenmişlik, unutkanlık, uykusuzluk, tahammülsüzlük.
Zihin, tıpkı trafikte sıkışmış bir İstanbul sabahı gibi, sürekli kırmızı ışıklarda bekler.
Bu da bizi “yalancı üretkenlik” haline sürükler: çok şey yapar gibi görünürüz ama hiçbir şey bitmiş hissettirmez.
Bu durum sadece iş hayatıyla sınırlı değildir; aile ilişkilerinde, ebeveynlikte, hatta arkadaşlıkta bile aynı döngü işler.
“Me-time”: Kendine Vakit Ayırmanın Önemi
Kendine zaman ayırmak lüks değil, bir tür psikolojik bakımdır.
Winnicott’un “holding” (tutulma) kavramını düşünelim: bir çocuk, anne tarafından tutulduğunda güven hisseder.
Yetişkinlikte bu “tutulma” halini artık kendimiz yaratmak zorundayız.
Kendine zaman ayırmak, kendi iç dünyanı tutabilmektir.
Ancak Türkiye’de “kendine vakit ayırmak” çoğu zaman “bencillik” gibi görülür.
Oysa terapötik açıdan, başkalarıyla sağlıklı ilişki kurabilmenin önkoşulu, kendinle bağlantıda kalabilmektir.
Kendini ihmal eden, başkasını da gerçekten sevemez.
Çünkü sürekli veren ama almayan kişi, bir süre sonra öfke ve tükenmişlik biriktirir.
Ekonomik Sıkıntı, Travmalar ve Toplumsal Baskı
Bugün Türkiye’de sadece bireysel değil, toplumsal bir tükenmişlik sendromu yaşıyoruz.
Ekonomik krizler, göç dalgaları, sağlık sistemindeki yorgunluk, eğitimdeki belirsizlik, sürekli travmatik haber akışı…
Bir ülke, sürekli alarm durumunda yaşarken bireylerin “rahatlama kapasitesi” de azalır.
Gazete manşetlerine bakın: cinayet, intihar, boşanma, yoksulluk, deprem, savaş.
Bunlar sadece haber değil, kolektif bilinçdışını besleyen travmatik imgeler.
Bu kadar yoğun bir travmatik bombardıman altında insan zihni bir süre sonra duyarsızlaşır ya da sürekli tetikte kalır.
Sonuç: içsel bir gerginlik hali, huzursuzluk, “her an bir şey olacakmış” duygusu.
Sokakta yürürken bile insanların yüzlerinde aynı yorgunluk okunuyor.
Kimse tam olarak “neye” yetiştiğini bilmiyor ama “durursa geride kalacağını” hissediyor.
Bu, sadece bireysel bir yoğunluk değil, sistemsel bir hız baskısıdır.
Zaman Yönetimi ve Psikolojik Denge
Zaman yönetimi sadece takvim planlamak değildir; duygusal enerji yönetimidir.
Günün sonunda insanı yoran, yaptığı işlerin çokluğu değil, anlamının azlığıdır.
Viktor Frankl’ın dediği gibi, “yaşamak için bir nedeni olan, her nasıla katlanabilir.”
Eğer yaptıklarımızın anlamını kaybedersek, her iş bitse de içimiz bitkin kalır.
Bu yüzden zaman yönetimi, “daha çok yapmak” değil, “gereksizleri bırakmak” anlamına gelmeli.
Bazen yapılacak en verimli şey, hiçbir şey yapmamaktır.
Çünkü durmak, zihnin kendini onarmasına izin vermektir.
Basit Alışkanlıklarla Kendine Alan Açmak
- Ekransız 30 dakika: Günü bitirmeden yarım saat sessizlik. Zihnin çöplüğünü boşaltmanın en basit yolu.
- Nefes almak: Gerçekten. Bilinçli birkaç derin nefes, otonom sinir sistemini yeniden dengeler.
- Yavaş yürümek: Bir İstanbul kaldırımı bile terapi odasına dönüşebilir, eğer yürürken acele etmezsen.
- Günlük tutmak: Düşüncelerini dışsallaştırmak, içsel yükü hafifletir.
- Kendine “izin” vermek: Bazen hiçbir şey üretmemek de üretkenliktir.
Durabilme Cesareti
Bu ülkenin insanı, maalesef çoğu sabah yeni bir belirsizlikle uyanıyor.
Ekonomik krizden toplumsal kutuplaşmaya, deprem kaygısından gelecek korkusuna kadar hep bir “devam etme zorunluluğu” içinde yaşıyoruz.
Ama bazen en devrimci eylem, bir dakika durabilmektir.
Belki de kendimize ayıracağımız o küçük zamanlar, yalnızca dinlenmek için değil, kendimizi yeniden bulmak için gereklidir.
Çünkü durduğumuzda, içimizde yıllardır bastırılmış bir ses konuşmaya başlar:
“Aslında ben sadece yaşamak istiyorum, yetişmek değil.”
Ve belki o sessizlikte, ilk defa, gerçekten kendine ait bir zaman başlar.
Sık Sorulan Sorular (SSS)
1. Kendime zaman ayırmak neden bu kadar zor geliyor?
Çünkü zihnimiz sürekli “tetikte olma” halinde. Güncel ekonomik ve toplumsal belirsizlikler, beynin tehdit algısını artırıyor. Bu da dinlenmeyi, güvenli bir alan olarak değil, riskli bir durma hali olarak kodlamasına neden oluyor. Yani sorun “zaman yokluğu” değil; sinir sisteminin rahatlamaya izin vermemesi.
2. Hiçbir şey yapmadan oturduğumda neden suçluluk hissediyorum?
Bu, kültürel olarak içselleştirilmiş bir inançtan geliyor: “Değerli olmak için üretmek gerekir.” Çocukluktan beri “boş durma” telkini öyle güçlü işleniyor ki, yetişkin olduğumuzda bile dinlenmek “hak edilmesi gereken” bir şey gibi algılanıyor. Oysa dinlenmek, temel bir ihtiyaçtır; ödül değil.
3. Sürekli yorgun ve tükenmiş hissetmenin çözümü sadece izin yapmak mı?
Hayır. Tükenmişlik, sadece fiziksel yorgunluk değil; duygusal ve zihinsel yüklerin birikimidir. İzin yapmak geçici bir rahatlama sağlar. Asıl iyileşme, sınır koymak, “hayır” diyebilmek ve anlamlı eylemlerle yaşamda denge kurmaktan geçer.
4. Kendime zaman ayırmaya nereden başlayabilirim?
Büyük değişimlere gerek yok. Günde sadece 10 dakika “durduran bir alan” yeterli:
- Ekransız nefes molası
- Yavaş bir yürüyüş
- Günlük tutma
- Sessizce oturma
- Bunlar sinir sistemini yeniden düzenler ve zihni “şimdiki ana” geri çağırır.
5. Yoğunluk hissi hiç geçmeyecek mi?
Yoğunluğu tamamen yok etmek mümkün değil; ancak yönetilebilir hale getirmek mümkün. Bunun anahtarı, hayatın her alanını aynı anda taşıma zorunluluğunu bırakmak. Bazen hedef, daha çok yapmak değil, daha az yük taşımaktır. Yoğunluk geçmez, ama biz hafifleriz.



Podcasti Dinleyin


Podcasti Dinleyin