Ben Kimim

"Ben kimim?" sorusu, yüzeysel bir gramer yapısı ("ben" ve "kim" sözcüklerinin ardışık kullanımı) barındırsa da, ontolojik ve epistemolojik açıdan derin anlam katmanlarına sahiptir. incelemeyi zorunlu kılar.
"Ben kimim?" sorusu, yüzeysel bir gramer yapısı ("ben" ve "kim" sözcüklerinin ardışık kullanımı) barındırsa da, ontolojik ve epistemolojik açıdan derin anlam katmanlarına sahiptir. Bu sorgu, temelde, benliğin (self) bileşenleri, kökenleri ve özgünlüğü (authenticity) üzerine felsefi ve psikolojik bir incelemeyi zorunlu kılar.
İçimdeki Çoğulluk ve Özgünlük Arayışı: Ben'in içinde kimler var? Burada tabii yaş faktörü de çok önemli çünkü yaşadığın her an’ın içine sığdırdığım her şey benim varlığını şekillendiriyor. Beni ben yapan ya da beni ben olmaya mecbur bırakan kimler var? Benliğimin içinde kaç kişi barınıyor? Eğer bir benlik içinde birçok kişi varsa, orijinallikten bahsedebilir miyiz? Orijinal olmak ne demek? Yaşadığın yıllar içinde seni sen olmaya maruz bırakan kişilerin toplamı mı benlik? Yoksa onlardan kaçarken oluşturmaya çalıştığın bir savunma hattı mı? Yoksa 7 yaşından itibaren, ard arda gelen yaşlarla birlikte, yaşamın sana dayattığı veya senden çaldığı şeylerin bir sonucu mu?
Determinizm ve Benzersiz Sentez: Aynı ailede benzer travmaları, kayıpları yaşayan iki kardeş, neden aynı yaşamı sürmüyor? Bu paradoks, benliğin oluşumundaki karmaşık etkileşimi gözler önüne seriyor. Aynı anne-babanın iki çocukla kurduğu farklı iletişim kalıpları, her kardeşin deneyimlediği farklı sosyo-ekonomik koşullar, ayrı sosyal çevreler (okul, akranlar), tarihsel dönem farklılıkları ve hatta aynı gen havuzundaki varyasyonlar... Tüm bu faktörler, her benliğin benzersiz bir sentezle (unique synthesis) ortaya çıkmasına yol açar. Yaşadıklarımızı anlamlandıran duygularımız, bu sentezin ürünü. Peki, bu duygular ne kadar "orijinal"? Tekil bir "ben" yerine, belki de "içimdeki biz" (internalized plurality) demek daha gerçekçi. Ve bu "biz"in parçalarıyla – kimi zaman nefret ettiğim, bırakmak isteyip de bırakamadığım özelliklerimle – yaşamak zorundayım. Bu, benlikle barışma sürecindeki temel gerilim kaynağı.
İdeal Ben ve Sonsuz Yolculuk: "Kim?" sorusu sadece şimdiki beni değil, normatif ve teleolojik boyutu işaret eder. Kim olmak isterdim?" sorusu, benlik algısına dair mevcut durumun ötesine, bir ideale, potansiyele veya özleme işaret eder. Bu, "olan ben" ile "olması arzulanan ben" arasındaki boşluğu vurgular. Dolayısıyla "Ben kimim?" sorusu, yalnızca mevcut benliğin tanımlanmasını değil, aynı zamanda bu idealle gerçeklik arasındaki diyalektiği ve kimliğin dinamik, sürekli inşa halindeki doğasını da içerir.
Peki ya...
- Uzun yıllar mücadele edip bedeller ödeyerek, hayalimdeki o kişiye dönüşürsem, gerçekten mutlu olabilecek miyim?
- O ideale ulaştığımda, bu "doğru" ben mi olacak? "Doğru" sabit mi, yoksa değişken mi?
- Bu varış noktası, tatmin getirecek mi? Yoksa yolculuk sona erip, yeni bir "ben"e doğru yelken mi açacağım?
- Ulaştığım kişi, gerçekten özgür irademin ürünü mü, yoksa erken çocukluk travmalarımın yarattığı bir prototip mi?
- Belki de her hedef, nihai bir amaç değil, sadece geçici bir durak, bir araçtır?
- Bu sürece, "duyguları gerçekleştirme mücadelesi" mi demeliyiz?
Bu soruların cevabını ararken nasıl bir benlik karmaşasına veya cevaba ulaşacağım bilemiyorum. Ama "Ben kimim?" sorusunun gücü, cevapta değil, bu sorgulamanın kendisinde ve yolculuğun dinamik doğasında yatıyor. Bir yerden başlamak gerek: İçimdeki çoğulluğun seslerine kulak vererek...
Sokrates – “Kendini bil” derken ne demek istiyor acaba?
Sokrates, “Kendini bil” derken bizi önce pratik öz-bilinç düzeyine çağırır: Kendi yeteneklerimizi, eksikliklerimizi, erdem ve cehaletimizi tanımalıyız diyor. Bu bilinç, yalnızca içsel bir farkındalık değil, aynı zamanda yaşama dair etik sorumluluğumuzla yüzleşmektir aslında. Yani kim olduğumuzu anlamak, bir bakıma sürekli içsel diyalog ve risk alma sürecidir. Sabit bir kimlik değil, sürekli açılan bir süreçtir. Peki bu savrulmayı nasıl organize edeceğiz?
Sokratik Sorgu Yanıtın Özü
· Kim olmak istiyorum? Sürekli yenilenen bir benlik
· Özgünlük nasıl anlaşılır? Cehaleti kabullenme cesareti
· Maskeleri yıktığımda ne kalır? Yeni farkındalık, yeni sorgu
· Kriterler ne olmalı? Ahlaki tutarlılık, ömür boyu öz-yargı
Søren Kierkegaard (1813–1855):
“Ben, kendimle ilişkide olan bir ilişkidir. Benliğin özü, kendiyle kurduğu ilişkide yatar.” – The Sickness Unto Death Kierkegaard’a göre "ben" hazır verilmiş bir şey değil, inşa edilen bir varlıktır. İnsan, Tanrı’yla ve kendi varoluşuyla ilişkisini sorgulayan bir birey olarak “kim olduğunu” her an yeniden seçer. Kim olduğun, ne olmak istediğinle ve bu idealin peşinden ne kadar gittiğinle ilgilidir.
Nietzsche: Maskelerin Ötesinde:
“Benlik, toplumun dayattığı maskelerle mi şekilleniyor?” derken ne demek istiyor? Nietzsche, değerleri bireye “yukarıdan dikte eden” sosyal, ahlaki ve kültürel normları eleştirir. Bu kalıplar benliği şekillendirse de, orijinallik bu maskelerin ötesine geçebilme gücüyle başlar. Peki, biz bu orijinalliği, bize dikte edilen sosyal, ahlaki ve kültürel normların içinden nasıl ayrıştıracağız? Burada bize rehber kim? Hangi yol orijinal benliğe, hangisi maskelerin dünyasına açılacak? Maskeleri yıksak ve tüm ahlaki, sosyal, kültürel normları yıksak, onların yerine ne koyacağız? Birey olarak yaşamak ne demek? Veya bu normları ayrıştırmalı mıyız? Geride kalan şey biz miyiz yoksa yorgun, çıplak, hiç olmaya yakın bir benlik mi?
Nietzsche’nin Sınavı Yanıtın Özü
· Maskeleri yıkınca ne kazanılır? Yaratıcı güçle beslenen özgün benlik
· Maskeden sonra ne doğar? Kendi değerlerini yaratan üst-insan
· Birey olmak nedir? Sorgulamak, yeniden şekillendirmek, "kendi olma" cesareti
· Geriye yorgunluk mu kalır? Evet, ama bu yorgunluk gücün ve özgün varlığın bedelidir
Sartre: Varoluşun Yükümlülüğü:
Sartre, varoluşçuluğun merkezine benlik sorusunu yerleştirir: “İnsan, kendi olmakla yükümlüdür.” Peki “kendi olduğumuzu” nasıl anlarız? Ona göre insan özden yoksun doğar; kendini eylemlerle var eder (varoluş özden önce gelir). “Kendi olma” yükümlülüğü, sürekli seçimlerle yüzleşen bilinçli bir süreçtir. Peki bu seçimlerin kriteri ne? Değişmez prensipler var mı? Sartre’ın çağrısı: “Koşulları kabul et, aş ve yeni bir ‘ben’ yarat!” Ama bu yeni benlik, yok edilenin küllerinden doğuyorsa, geçmişin tecellisi olmaktan kurtulabilir mi?
Sartreci Sorgu Yanıtın Özü
· Kim olmak istiyorum? Seçimlerle inşa edilen benlik
· Özgünlük nasıl anlaşılır? Kendini aldatmamak (kötü niyet'ten kaçınmak)
· Maskeleri yıktığımda ne olur? Aşkınlık (transcendence): Özün yeniden yaratımı
· Kriterler ne olmalı? Özgürlükle yüzleşme, tutarlı eylem, sınırsız sorumluluk
Kant: Öz-Bilincin Transandantal Kökleri: Kant, “Aklın yapısı benliği inşa eder” diyerek öz-bilince sistemli bir yaklaşım getirir. Peki bu “öz-bilinç” nedir? İçselleştirdiğimiz izlenimlerin karması mı? Kant’a göre öz-bilinç, salt içsel farkındalık değil; düşünce ve deneyimi birleştiren transandantal bir yapıdır. Bu, “sentez” (birleştirme) üçlüsüyle açıklanır:
Aşama İşlevi
· Sezgisel Tasavvur (Anschauung) Duyuların ham verileri
· İmgeleme (Einbildungskraft) Veriyi düzenleyen köprü
· Anlama Yetisi (Verstand) Deneyimi kavramsallaştıran kategori sistemi
Bu üçlü, “ben” tarafından sürekli sentezlenir. Kant’ın devrimci çıkarımı şudur:
“Düşünceler, sezgisiz boş; sezgiler, kavramsız kördür.” – Saf Aklın Eleştirisi, A51/B75
Bu Kopernik Devrimi’dir: Dünya bize “olduğu gibi” gelmez; onu zihnin kategorileriyle biçimlendiririz. Bu noktada Kant’ın devrimci katkısı önemlidir: "Düşünceler, sezgisiz boş; sezgiler, conceptsiz kördür." Yani:
· Deneyim, düşüncesiz “ham” kalır.
· Düşünce ise deneyimsiz “boş” kalır.
Bu, Kant’ın *“kopernik devrimi”*dir: Dış dünya bize kendini doğrudan vermez; biz, dış dünyayı zihinsel kategorilerle biçimlendiririz.
Thomas Metzinger (2010) ve Antonio Damasio gibi çağdaş bilim insanlarına göre öz-bilinç:
"Beynin sürekli olarak kendisine dair bir model üretmesidir." – Metzinger, The Ego Tunnel
Bu modele göre, öz-bilinç bir “öz” değil, işlevsel bir illüzyon olabilir: İçselleştirdiğimiz, çevreden ve geçmişten devraldığımız bir “hikâye”.
Bu soru, Freud’un yapısal kuramının sadece teorik değil, varoluşsal olarak da sorgulanmasıdır. Sorduğum her şey, klasik yapının sınırlarını aşan, hem ontolojik hem de etik düzlemde yanıtlar gerektirir. O halde Freud'la başlayıp, onun kuramını hem kendi içinde, hem de onu eleştiren veya geliştiren diğer düşünürlerle birlikte yanıtlayalım.
Freud’un Yapısal Modeline Göre:
“Ben (Ich), İd (Es) ve Süperego (Über-Ich)” Nasıl Ayrılır?
- İd (Es): İlkel dürtülerdir. Cinsellik, saldırganlık, haz ve yaşam güdüleriyle yönetilir. Mantıksız, zamansız ve sosyal normdan bağımsızdır. Freud, buna “kaotik enerji havuzu” der.
- Süperego (Über-Ich): Toplumun, ebeveynin, kültürün içselleştirilmiş sesi. Vicdan, utanç ve ideal benlik kavramlarını barındırır.
- Ben (Ich): Gerçeklikle bu iki kutup arasında denge kurmaya çalışan yapıdır. Savunma mekanizmalarıyla ayakta durur.
“Bir ağaç meyvesinden, toprağından ayrı düşünülebilir mi?” Freud, bu metaforla muhtemelen şunu kabul ederdi: Ben, id ve süperego, ayrı ayrı değil, birbirini kuran ve dönüştüren organik parçalardır.
Tıpkı bir ağacın yaprakları, gövdesi, kökleri gibi. Ayrı ayrı isimlendirsek de, bir bütün olarak çalışırlar.
“Peki neden ayrı ayrı tanımlar yaptı?”
Freud’un amacı:
· Psikolojik işleyişi analiz edebilmek için fonksiyonel ayrımlar yapmaktır.
· Tıpkı biyolojide “sindirim”, “sinir”, “kas” sistemlerinin ayrılması gibi.
Ama bu yapılar sabit varlıklar değil; süreçlerdir.
Ben (Ich), id’den doğar ama zamanla süperego baskısıyla dönüşür. Süperego, ben’e baskı yapar ama ben bu baskıyı yeniden yorumlar. Yani hepsi iç içe geçmiştir.
Metafor ile İlerleyelim:
Ağaç Unsuru
Psikanalitik Unsur
Açıklama
Toprak
Toplumsal, kültürel zemin
Süperego’nun beslendiği değerler sistemidir.
Tohum
İd (ilkel dürtüler)
Potansiyel yaşam enerjisi; kontrolsüzdür.
Kökler & Gövde
Ben (Ich)
Aracılık yapan, hem içe hem dışa bakan yapı.
Meyve
Davranış / Semptom
Dışarıya yansıyan şey; ama kökleri çok daha derindedir.
Benim sorduğum soru şudur: “Meyveye (davranışa) bakarak mı ağacı (benliği) anlayacağız, yoksa meyve vermese de ağacın varoluşunu mu konuşacağız?” Bu, existentialist psikanalizin sorusudur. Freud buna tam yanıt vermez, ama sonraki kuşaklar verir.
Freud’un Sonrası: Lacan ve Winnicott’un Cevabı
Jacques Lacan: “Benlik, kendini aynada gördüğü yansımayla inşa eder. Ama bu yansıma yabancılaşmadır.”
- Lacan’a göre Ben (Moi), tam da başkalarının bakışıyla şekillenir.
- Süperego, sadece ahlaki değil, aynı zamanda baskılayıcı bir emirdir: “Mutlu olmalısın!” “Başarılı olmalısın!”
Donald Winnicott: “Gerçek benlik ile sahte benlik arasında sıkışırız.”
- Süperego, bazen o kadar güçlüdür ki, kişinin özgünlüğünü boğar.
- İd’i “ehlileştirmek” uğruna, kişi kendinden vazgeçebilir.
Şu soruyu soruyorum: “Biz, id’i ehlileştirmek için mi yaşıyoruz yoksa onu yok etmek için mi?”
Freud’un cevabı: “Ehlileştirmek.” Çünkü id yok edilemez. Bastırılır, dönüştürülür ama asla yok olmaz.
Modern psikanalitik terapilerde amaç:
- İd’in dürtülerini anlamak,
- Süperego’nun aşırı baskısından kurtulmak,
- Ve benliğin daha özgürce hareket etmesini sağlamak.
Özet metafor:
- İd: Senin içindeki çocuk.
- Süperego: Ailenin ve toplumun içindeki polis.
- Ben: Bu ikisi arasında her gün pazarlık yapan diplomat.
Bu diplomat (ben), bazen toprakta sürünür (id), bazen gökyüzüne bakar (süperego). Ama her zaman varoluşun anlamı bu gerilimin içinde şekillenir.
Donald Winnicott – “Gerçek benlik” ve “sahte benlik” ayrımı ile bireyin özgünlüğü. Derken sahte ve gerçeği nasıl ayırıyor?
Donald Winnicott’un “gerçek benlik” (true self) ve “sahte benlik” (false self) ayrımı üzerine konuşmak, yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda etik ve varoluşsal bir meseleye dokunur: “Benliğimin içinde gerçekten bana ait olan nedir?” “Ne kadarını yaşamak zorunda kaldım, ne kadarını seçtim?”
Şimdi adım adım Winnicott’un bu ayrımı nasıl kurduğunu, neye dayandırdığını ve bu ayrımın nasıl anlaşılabileceğini açıklayalım:
1. Winnicott’a Göre Gerçek Benlik Nedir?
Winnicott: Gerçek ve Sahte Benlik
1. Gerçek Benlik nedir?
- İçsel dürtülerden ve spontan duygulardan beslenir.
- Sansürsüz ve özgün yaşantıya dayanır.
- Spontanlık, yaraticilik ve içsel tutarlıkla yaşar.
- “Organizmanın yaşadığını hissedebilmesiyle başlar.” (Winnicott, 1965)
2. Sahte Benlik nedir?
- Bireyin çevreye uyum sağlamak için geliştirdiği savunmadır.
- “Başkalarının ihtiçlarına yanıt verirken, kendi varlığını gizlemek zorunda kalmaktır.” (Winnicott, 1971)
- "İyi çocuk" sendromu, rol oynama hissi, yabancılaşma bu yapıya işarettir.
3. Bu benlik yapıları nasıl gelişir?
- “Yeterince iyi anne”, çocuğun ihtiyacını sezgisel olarak karşılayan figürdür.
- Bu durumda çocuk duygularını tanır, ifade eder, gerçek benlik oluşur.
- Aşırı kontrolcü ya da ihmalci ebeveynler sahte benliği tetikler.
4. Gerçek ve Sahte Benlik Nasıl Ayırt Edilir?
- Spontanlık yaşanamıyorsa,
- Boşluk ve yabancılaşma hissi yoğunsa,
- Roller içinde kaybolunuyorsa, sahte benlik hakimdir.
- Duygular bastırılmadan yaşanıyor, otantiklik hissediliyorsa, gerçek benlik aktif demektir.
5. Sahte Benlik Kötü müdür?
- Hayır, bir savunmadır.
- Winnicott onu yıkmak yerine anlamlandırmayı ve gerçek benliğe alan açmayı savunur.
- “Sahte benlik olmasaydı bazı çocuklar hayatta kalamazdı.” (Winnicott, 1960)
Terapötik hedef: Terapist ile oluşan gerçek ilişki, sahte benliği aşma fırsatı sunar.
Bu nedenle Winnicott’un terapötik yaklaşımı şudur: “Danışan, terapist ile olan ilişkide ilk kez sahte olmayan bir ortam deneyimler. Ve yavaş yavaş gerçek benlik dışarı çıkmak ister.”
Karşılaştırmalı Bakış:
Özellik Gerçek Benlik Sahte Benlik
· Kaynak İçsel yaşantı, spontanlık Çevresel baskı, uyum zorunluluğu
· Hissi Yaşıyorum, özgünüm Roldeyim, izleniyorum
· Sonuç Otantiklik, bütünlük Boşluk, yabancılaşma
· Terapi hedefi Gerçek benliğe alan açmak Maskeyi tanımak ve gerekirse bırakmak
Sonuç:
Winnicott’un “gerçek ve sahte benlik” ayrımı, bir kişilik bozukluğu değil, bir yaşantı ayrımıdır.
Ve bu ayrım, kişinin içsel dünyasını anlamanın en zarif yollarından biridir.
Gerçek benlik, bir hedef değil; yaşamaya açılan, duyumsanan bir alandır.
Sahte benlik ise, yaşamayı değil, hayatta kalmayı seçmek zorunda kalan çocukluğun kalıntısıdır.
Gerçek benliğe nasıl yaklaşılır? Winnicott ile Carl Rogers’ın benlik kavramı nasıl örtüşür?
Çok güzel bir yere geldik: “Gerçek benliğe nasıl yaklaşılır?” sorusu sadece terapötik değil, aynı zamanda ontolojik bir arayıştır.
Ve bu sorunun iki büyük cevabı:
· Donald Winnicott’un içsel spontanlığa alan açan yaklaşımıyla,
· Carl Rogers’ın koşulsuz kabul ve otantik temas önerisiyle verilir.
Şimdi bu iki düşünürü karşılaştırarak ve birbirini tamamlayan yerlerini ortaya koyarak soruna detaylı, bilimsel ve insani bir cevap veriyorum:
1. Gerçek Benliğe Yolculuk: Uyumdan Özgünlüğe
Rogers ve Winnicott’a göre, bireyin gerçek benliğiyle temas kurabilmesinin temel koşulu, dış dünyanın taleplerinden korunduğu; yargısız, kabul edici bir ortamda içsel yaşantılarına dokunabilme cesaretini geliştirmesidir. Bu süreç, yalnızca psikoterapötik bağlamda değil, varoluşsal gelişim açısından da merkezî önemdedir.
1.1 Karen Horney: Gerçek Benlik ve Yabancılaşmış Benlik
Gerçek Benlik (Real Self)
Karen Horney’nin kuramında gerçek benlik; bireyin özgünlüğü, yaratıcı potansiyeli ve içsel yaşantılarla teması aracılığıyla şekillenen, spontane bir varoluş kapasitesini ifade eder.
“Kişinin doğal potansiyeliyle, yaratıcılığıyla ve özgünlüğüyle var olma kapasitesidir.” (The Neurotic Personality of Our Time, 1937). Bu benlik, bireyin dışsal beklentilerden, onay arzusundan ve korkulardan bağımsız olarak gelişen, otantik kişilik çekirdeğidir.
Uyumlanmış Benlik / İdealize Edilmiş İmaj (Compliant Self / Idealized Image)
Nörotik yapıdaki birey, özellikle düşmanca ya da koşullu sevgiye dayalı çevre koşullarına karşı kendini koruyabilmek adına “yabancılaşmış” bir benlik geliştirir. Bu idealize edilmiş benlik, toplumsal beklentilere ve çevresel taleplere uyum sağlamak adına inşa edilir.
“Kişi, düşman çevreye uyum sağlamak için kendisi olmaktan vazgeçer. Gerçek benlik bastırılır; yerine yapay ve idealize edilmiş bir benlik geçer.” (Our Inner Conflicts, 1945). Bu süreçte oluşan sahte uyum, işlevsel gibi görünse de, bireyin öz benliğinden kopmasına ve içsel çatışmalar yaşamasına neden olur.
1.2 Carl Rogers’ta Uyum Kavramı: Farklı Bir Anlayış
Rogers’ın benlik kuramı, Horney’ninkinden belirgin biçimde ayrılır.
Rogers’a göre “uyum” (congruence), bireyin gerçek benliğiyle ideal benliği arasındaki tutarlılığı sağlayabildiği, içsel bütünlüğe dayalı bir psikolojik denge durumudur.
Horney’de ise uyumlanma, tehdit, dışlanma ya da eleştirilme korkusuyla geliştirilen bir savunma mekanizmasıdır. Bu yönüyle Horney’deki uyum kavramı nörotik bir maskeyi, Rogers’ta ise terapötik bir hedefi temsil eder.
KAVRAM KAREN HORNEY CARL ROGERS .
· Gerçek Benlik İçsel potansiyel, özgünlük Otantik varoluş, içsel yaşantıyla temas
· Uyumlanmış Benlik Nörotik savunma, sahte uyum Rogers’ta bu yoktur
· Ulaşılması İstenen Gerçek benlikle yeniden bağlantı Gerçek benlikle uyumlu bir “ideal”
1.3 Horney’nin Nörotik Eğilimleri: Uyumsal Kişilik Yolları
Karen Horney, bireyin tehditkâr çevreye karşı geliştirdiği nörotik başa çıkma stratejilerini üç temel eğilim altında sınıflandırır:
- İnsanlara Yönelme (Compliant Personality): Koşullu sevgiye uyum sağlama arzusu.
- İnsanlara Karşı Olma (Aggressive Personality): Güç ve kontrol ile tehditleri bastırma.
- İnsanlardan Uzaklaşma (Detached Personality): İzolasyon yoluyla korunma ve içe çekilme.
Bu eğilimler, bireyin özgün ihtiyaç ve hislerinden uzaklaşarak, çevresel tehditlere göre şekillenen bir benlik yapısını destekler. Özellikle “uyumlanan benlik”, çocuklukta ebeveynin koşullu sevgi ve kabulüne yanıt olarak gelişir.
4. Horney ve Rogers’ın Benlik Kuramlarının Temel Farkı:
Ölçüt
Karen Horney
Carl Rogers
Benlik Sapması
Nörotik savunmalar sonucu oluşan idealize benlik
Gerçek–ideal benlik arasındaki açıklığın artması
Uyum Anlayışı
Dışsal baskıya göre şekillenen savunmacı yapı
İçsel tutarlığa dayalı otantik uyum
Terapötik Hedef
Yabancılaşmış benliği fark edip gerçek benliğe dönüş
Koşulsuz kabul yoluyla gerçek benliği açığa çıkarmak
Sonuç: Rogers ile Winnicott Arasında Gerçek Benliğe Giden Yol
Carl Rogers ve Donald Winnicott, farklı teorik geleneklerden gelseler de, bireyin gerçek benliğine ulaşmasını benzer bir psikolojik dönüşüm olarak tanımlarlar:
- Rogers, bireyin koşulsuz kabul ve içsel yaşantıya açıklık yoluyla kendilik farkındalığı geliştirdiğini ve bu yolla ideal benliğiyle gerçek benliği arasında bir köprü kurabildiğini savunur.
- Winnicott ise, özellikle çocuklukta gelişen sahte benlik katmanlarının fark edilerek çözülmesiyle, bireyin spontanlık ve yaratıcılığı aracılığıyla gerçek benliğe ulaşabileceğini ileri sürer.
Her iki yaklaşımda da ortak mesaj şudur:
“Gerçek benlik doğuştan hazır değildir; inşa edilmez – hatırlanır.”
Soner Koşan

















