Logo

Kendi Kararlarım mı, Toplumun Dayatması mı?

Kendi Kararlarım mı, Toplumun Dayatması mı?

Kendi kararlarını gerçekten sen mi veriyorsun, yoksa toplumun sesine mi uyuyorsun? Bireysel özgürlük, aile baskısı ve toplumsal beklentiler arasındaki dengeyi keşfet.

Bir insanın kendi hayatına dair verdiği kararlar gerçekten “kendi” midir? Yoksa görünmez bir el, aileden başlayıp toplumun kolektif beklentilerine kadar uzanan bir ağ, bu kararları çoktan bizim yerimize mi vermiştir? Türkiye gibi “biz” kültürünün hâlâ güçlü olduğu toplumlarda bu soru sadece felsefi değil, psikolojik bir kriz konusudur.

Çünkü burada birey, doğduğu andan itibaren bir “ait olma” ağı içinde büyür: Aile, mahalle, okul, akrabalık zinciri, gelenekler, toplumsal cinsiyet rolleri. Bir çocuğa “büyüyünce ne olacaksın?” diye sormak bile çoğu zaman özgür bir merak değil, yönlendirilmiş bir beklentidir. Yanıta hazırdır: doktor, mühendis, öğretmen. Kimse “mutlu bir insan olacağım” demez, çünkü toplumun kelime haznesinde “mutluluk”, bireysel bir seçim değil, uygun bir rolün ödülüdür.

Toplum Baskısının Kararlar Üzerindeki Etkisi

Psikodinamik açıdan bakıldığında toplum baskısı, dışsal bir otoriteden ziyade içselleştirilmiş bir “üstben” (superego) işlevi görür. Freud’un kavramsallaştırdığı bu yapı, bireyin kendi arzularını bastırarak toplumsal beklentilere uyum sağlamasını ister. Türkiye’de bu sesin tonunu hepimiz iyi biliriz: “Elalem ne der?”

Bu cümle, yüz yıl öncesinden bugüne kadar değişmemiş en güçlü davranış düzenleyicisidir.

Köyde kız çocuklarının okula gönderilmemesinden, büyük şehirlerde gençlerin “garanti iş” arayışına kadar uzanan geniş bir zincirdir bu. Toplum, bireyin seçimlerini “uygunluk” üzerinden denetler: uygun okul, uygun meslek, uygun eş.

Birçok danışanım “Aslında ben başka bir şey istiyorum ama ailem üzülür” cümlesiyle terapiye başlar. Bu cümlede iki sözcük çarpışır: ben ve aile. Ve genellikle kazanan belli olur.

“Ben Ne İstiyorum?” Sorusunu Sorabilmek

Belki de özgürlük, “ben ne istiyorum?” sorusunu korkmadan sorabilmektir. Ancak bu soru, bireysel olduğu kadar tehlikelidir de. Çünkü “ben” dediğimiz şeyin sınırları, uzun süre “biz” tarafından çizilmiştir.

Birçok insanın “karar verme kaygısı” yaşamasının altında bu çatışma yatar. Gerçek arzularını ifade etmek, hem bağımsızlaşmayı hem de “ait olunan grubun sevgisini kaybetme” riskini içerir. Winnicott’un “gerçek benlik” kavramı burada anlam kazanır: Kişi, başkalarının beklentilerini karşılayan sahte bir benlik inşa eder ve sonunda “kendi isteklerinden” uzaklaşır.

Türkiye’de bu durum çoğu zaman “fedakârlık” adı altında meşrulaştırılır. Kız çocuğu ailesi için hayalinden vazgeçer, genç erkek babasının işini devralır, sanatla uğraşmak isteyen biri “ekmek parası” gerekçesiyle muhasebeci olur. Ve yıllar sonra o fedakârlığın bedeli depresyon, öfke, yönsüzlük olarak geri döner.

Aile ve Çevrenin Yönlendirmeleriyle Şekillenen Hayatlar

Bizim kültürde “aile” kavramı hem sığınak hem sınırdır. Rollo May’in dediği gibi, “özgürlük kaygıyı da beraberinde getirir.” Aile, bu kaygıyı bastırmak için bireyin yerine karar verir: “Senin iyiliğin için.”

Ama çoğu zaman bu “iyilik”, ailenin kendi korkularının yansımasıdır.

Bir baba çocuğuna “garanti bir iş bul” derken, aslında kendi güvencesizliğini konuşur. Bir anne “fazla dikkat çekme” dediğinde, kendi bastırılmış korkularını aktarır. Böylece kararlar, kuşaktan kuşağa aktarılan korkuların ürünü haline gelir.

Psikanalitik literatürde buna aktarımsal kader denir: birey, farkında olmadan ailesinin yarım kalmış hikâyesini tamamlamaya çalışır. Türkiye’de “ailenin yüzünü kara çıkarma” ifadesi tam olarak bu dinamiği anlatır.

Özgür Seçim Yapmanın Psikolojik Önemi

Gerçek anlamda bir karar vermek, yalnızca akılla değil, duygusal cesaretle ilgilidir. Çünkü özgür seçim, aynı zamanda sorumluluğu da getirir. Sartre’ın dediği gibi, “özgürlük mahkûmiyetimizdir.”

Bir başkasının seçtiği hayatın sorumluluğu kolaydır: suçlanacak birini bulmak mümkündür. Ama kendi kararının sonuçlarıyla yaşamak, olgunluğun sınavıdır.

Psikoterapide bireyin güçlenme süreci, aslında bu sorumluluğu üstlenme kapasitesinin artmasıyla ölçülür. Kendi kararının hem tatminini hem acısını taşıyabilmek, psikolojik özgürlüğün özüdür.

Modern Türk toplumunda gençler giderek daha fazla bu dengeyi arıyor. Ailesini reddetmeden, ama kendi yoluna da sapmadan yürümeye çalışan bir kuşak var. Bu, sağlıklı bireyselleşmenin en gerçek göstergesi.

Kendi Yolunu Bulmak İçin Pratik Adımlar

  1. Dur ve dinle: Gerçek istekler, sessiz zamanlarda ortaya çıkar. Sosyal gürültüden uzaklaştığında iç sesini duyarsın.
  2. Suçlulukla barış: Aileni hayal kırıklığına uğratma korkusu doğaldır. Ama onların sevgisi, senin boyun eğmene değil, gelişmene dayanmalı.
  3. Denemekten korkma: Karar almak hata yapma riskini içerir. Fakat hiçbir risk almamak, en büyük hatadır.
  4. Küçük sınırlar koy: “Hayır” diyebilmek, özgürlüğün ilk provasıdır.
  5. Destek al: Bazen bir terapist, bireysel kararların önündeki görünmez bağları fark etmen için ayna tutar.

Kendi Hikâyeni Yazmak

Toplumun sesi yüksek, ama kendi sesin fısıltı gibidir. O fısıltıyı duymak için sessizliğe cesaret etmek gerekir.

Her toplum, kendi normlarını dayatır; ama her birey, kendi kaderini yazabilir.

Kendi kararlarını vermek, “herkesten farklı olmak” değil, “kendin olmak” demektir.

Türkiye’nin kolektif yapısında bu kolay değildir; çünkü “ben” dediğinde, “biz” hemen araya girer. Ama tam da bu yüzden değerlidir.

Kendi kararını veren insan, sadece bireysel bir özgürlük kazanmaz — aynı zamanda toplumun bilinçdışında yeni bir sayfa açar.

Ve belki bir gün, çocuklara “büyüyünce kim olacaksın?” diye sormak yerine “nasıl bir hayat istiyorsun?” diye sormayı öğreniriz.

Sıkça Sorulan Sorular (SSS)

1. Toplum baskısının kararlar üzerindeki etkisini nasıl fark edebilirim?

Toplum baskısı genellikle “elalem ne der” düşüncesiyle kendini gösterir. Bir kararı alırken, gerçekten bunu ben mi istiyorum yoksa çevremi mi memnun etmek istiyorum diye sormak farkındalık sağlar.

2. Ailemle çatışmadan kendi kararlarımı nasıl savunabilirim?

Empatik ama kararlı bir iletişim kurmak önemlidir. “Sizi anlıyorum ama bu benim hayatım” gibi sınır koyan ifadeler, hem saygıyı korur hem de bireyselliğini ifade eder.

3. Kendi isteklerimi bastırmadan ailemin beklentilerini nasıl dengeleyebilirim?

Denge, “ya onlar ya ben” değildir. Öncelikle kendi isteklerini netleştir, sonra bu istekleri açıklıkla paylaş. Anlaşılmak zaman alabilir ama bu süreç duygusal olgunluğun bir parçasıdır.

4. Toplumun beklentilerinden sıyrılmak bencillik midir?

Hayır. Kendi kararlarını almak, başkalarını umursamamak değil, kendi sorumluluğunu üstlenmektir. Gerçek olgunluk, hem kendini hem çevreni gözeterek seçim yapabilmektir.

5. Kendi kararlarımı verebilmek için hangi psikolojik adımları atabilirim?

Kendini tanımak ilk adımdır. Günlük tutmak, terapi desteği almak veya yalnız zaman geçirmek; iç sesini duymanı sağlar. Karar verme kası, tıpkı diğer beceriler gibi tekrarla güçlenir.